24 Nisan 2014 Perşembe

Ankara-Kızılcahamam/Soğuksu Milli Parkı

   Merhaba arkadaşlar yeni bir gezi yazısıyla daha beraberiz.Bir süre ara vermek zorunda kaldım maalesef ama geri döndüm.Bundan böyle bol bol gezi yazılarıyla karşınızda olacağım.
   Yine arkadaşımla Bolu'ya gidelim Bolu olsun bu sefer.Yedi göller müthiş yer.Abant'a gitmezsek olmaz derken bir anda Kızılcahamam'da bulduk kendimizi.Sırtımızda sırt çantası, çantanın üzerinde bizi ele veren matlarımız ve buralı olmadığımızı anlatan yüz ifadelerimiz.Önce malzemelerimizi temin ettik.Yükleri paylaştıktan sonra tabelaları takip ederek milli parka doğru yürümeye başladık.Sırtımızda yükler bizi yavaşlatsa da 30 dakikalık bir zamanın sonunda milli parkın girişinde bulduk kendimizi.


   Gayet değişik bir giriş buldu bizi.Birkaç fotoğraf çektikten sonra yukarıdaki resimde Soğuksu Milli Parkı yazan yerde bulunan güvenlik görevlisiyle konuştuk.''Biz kamp yapmaya gelmiştik acaba nerede yapabiliriz?'' dedik.Güvenlik görevlisi ''İzniniz var mı?Yoksa kamp yapamazsınız.'' dedi. :D İznimiz yoktu.Bunca yolu boşuna geldik diye içimden küfürler ediyordum derken güvenlik görevlisi bize ''gidin ilerideki güvenlik şefiyle konuşun'' dedi.Oraya gittik ama orada kimse yoktu devriyeye çıkmışlar.Sonra orada duran işçiler ''İzin alacaksınız gidin karşıdaki milli park'ın idari binasına oradan belki izin verirler''dedi.Oradan oraya sürükleniyorduk.Oraya girdik.Bizi bir görevli karşıladı.Derdimizi anlattık.''Benim yapabileceğim bir şey yok ama sizi şube şefiyle görüştürebilirim''dedi.Sonra az ilerideki parkta bankta oturan şube şefine gittik.Kendimizi tanıttık, derdimizi anlattık.Yanımızdaki bizi buraya getiren memura ''gençlerin kimlik fotokopilerini ve telefon numaralarını al ve gönder.'' dedi.Bize de''Siz Gökçek Park'ta kamp yapın bu gece hem orada güvenlik görevlileri var, size yardımcı olurlar.Onlara da kamp yapacağınızı söyleyin.'' dedi.Vedalaştık sonra idari binaya doğru yol aldık.İçeride memur kimlik fotokopilerimizi ve telefonlarımızı aldı.Sonra bize yolu tarif etti.Çok kolaydı.Sadece yolu takip edecektik.Keşke bu kadar kolay olsaydı.3.5 kilometre yürüdük ve 650 metre yükseldik.


   Az kaldı az kaldı diyerek yürüyorduk ama bu yol bitmek bilmiyordu maalesef.

 Çıktıkça manzaralar güzelleşiyordu ama bizde oldukça yorulmuştuk.Neredeyse 1 saat yürüdükten sonra karşımızı atv motor ile gelen 2 güvenlik görevlisi çıktı.Ben bir el hareketi yaptım.Durdular.Merhabalaştıktan sonra ben çok samimi bir şekilde ''Abi biz yürüyoruz ama nereye gider bu yol?Öldük vallahi.'' dedim.Güvenlik görevlilerinden birisi ''500-600 metre ilerde Gökçek Park var gençler az kaldı ha gayret dedi.''Tabi biz yeniden yola koyulduk.Çıktıkça çıkıyorduk yolda bitmiyordu ama manzara aynen bu şekildeydi.


    Biraz sonra insan seslerini duymaya başladık.Sonra Ankara'nın Bağları müziğini duyduk.Atilla ile uzunca bakıştıktan sonra gülüştük.1550 metrede Ankara'nın Bağları çalıyordu.
   Biraz ilerledikten sonra parka ulaştık.Gökçek Park'ta 1 güvenlik kulübesi, 1 oyun parkı,1 fındık çuvalları dolu taştan kulübe, 2 boş kulübe, 1 tuvalet 4-5'e yakın piknik masası bulunmakta.Kampa müsait yer yok ama geçen Kırıkkale gezisinde boş arazinin ortasında kamp yaptığımızdan, bizim için kampa müsait yerin olup olmaması pek de mühim değildi.İlk işimiz güvenlik kulübesinin kapısını tıklattık.Oldukça küçük bir tahtadan kulübe.Kanımca 4 metre ya var ya yok.
   Sonra birden kapı açıldı burnumuza sucuklu yumurta kokusu girdi birden.Açtık hemde deli gibi açtık.Gözümüz piknik tüpünün üzerinde bulunan tavanın içindeki sucuklu yumurtaya dikildi.Uzun bir sessizliğin ardından ''Buyurun gençler''dedi güvenlik görevlisi.Atilla ''İznimiz var kamp için geldik.Nerede kamp yapabiliriz?''diye sordu.Güvenlik görevlisi ''İlerideki kapanın hemen arkasında bir düzlük var orası ideal ha bu arada gençler buyurun beraber yiyelim''dedi.Aslında isterdik yemek ama tokuz diyerek kibarca reddettik.Tam kapıyı kapatacakken ''Saat 17:00'de vardiya değişecek onlara da bir gözükün'' sesi geldi.Tamam olur diyerek kapadık kapıyı.
   Kapanı geçtikten sonra düzlük alanı gördük.Burası parkın en yüksek noktasıydı.Bir tarafı ağaçsızdı sadece o taraftan da hafif hafif rüzgar esiyordu.O tarafı sağımıza alarak çadırımızı kurmaya başladık.
   Çadırı kurduk odun topladık tam ateş yakacakken bir rüzgar esti.Neredeyse çadırın direkleri kırılacaktı.Hafif hafif damlalar halinde yağmur vuruyordu yüzümüze.Burada geceyi geçiremezdik.Çadırı topladık.Gökçek parka döndük.Fındık çuvalı dolu kulübenin önüne rüzgarı kesecek şekilde çadırı tekrar kurduk.Evet sonunda yerleştik.Ben çakallık yaparak hemen fındık çuvalları dolu kulübeye attım kendimi.Açık birinin içine attım elimi.Daldırdım bir avuç fındık :D , fındık kabuğu ?!?!?! Sadece fındık kabuğuydu.Avuç avuç aldım sadece fındık kabuğu vardı.Yıkılmıştım.Biraz düşündükten sonra herhalde mangal yakacaklar için kolaylık olsun diye buraya getirilmiş fikrini attım ortaya.Mantıklıydı, tezimi doğrulayan bir kaç harekette oldu. Oradan mangal yapan aileler avuç avuç fındık kabuğu aldı.Neyse sonra bir anda bir soğuk hava esti.Yağmur tekrar başlamıştı.Yok yok bu yağmur falan değil.
   Şu dolunun büyüklüğüne bakar mısınız.Bilyeden daha büyük.20 dakika boyunca yağdı.Sonuçta bu oldu.
   Bu şartlar altında maalesef çadırda kalamazdık.Gece ne olacağı belli değil.Başka çaremiz yok.Düşünüyorduk aklımıza bir şey gelmiyordu.O sıra fındık kabuğu!!!!!! çuvalı dolu taştan kulübenin içine sığınan bir adam bize ''Sizin işiniz zor bu gece şu boş kulübede kalsanıza'' dedi.Süper fikirdi ama önce izin almak gerekti.Güvenlik kulübesine gittik.Bu arada vardiya değişmişti tabi.Kapıyı tıklattık tekrar kilit açıldı.İçeride 4 kişi çay sigara çekirdek yapıyor.2'si güvenlik görevlisi 2'si piknikçilerden sığınmışlar buraya.O sırada dolu yağmura çevirmişti ama hızını hiç kesmedi.Güvenlik görevlilerini iznimizin olduğunu bu gece burada konaklayacağımızı çadırımızın olduğunu fakat bu hava şartlarında çadırda kalınamayacağından bahsettik.Sonra acaba boş kulübelerin birinde kalabilir miyiz? diye sorduk.İlk cevap olumsuz oldu.Sonra kapıdan uzak tarafta oturan güvenlik görevlisi ''Ya sizin aşağıda fotoğrafınız var siz onlarsınız dimi? diye sorunca izin bir anda geldi.Çünkü aşağıdan izin almıştık.Kimliklerimizin fotokopisi de aşağıda.İzin aldığımızı söylemiştik ama inanmadılar demek.Neyse biz kulübe için  iznimizi aldık.
   Geceyi 1650 metrede bir tahta kulübede geçirecektik.Sevinçten çıldıracaktım, ilk defa bir kulübede konaklayacak olmak benim için inanılmaz bir duygu.Hemen planımızı yaptık.Kulübeye yerleşip, sıcacık ortamda gece 12-1'e kadar sohbet edecektik.
   Öyle olmadı :( Kulübenin içi dışarıdan daha soğuktu.Tahtaların arasından hava giriyordu.Resmen titriyorduk.Ha bu arada sırılsıklamdık.Zamanda geçmek bilmiyordu.Sohbet etmek istiyoruz ama soğuk engel oluyor.Rüzgar tahtaların arasından girip bizi titretiyordu.En iyisi matı serip, tulumun içine girmekti.Bu arada kaldığımız yerin fotoğrafı bu.

   Soğuk tulum falan dinlemiyor bizi donduruyordu.Üstümdeki polarım ıslaktı.Öylece girdim tulumun içine ama bir türlü ısınmıyordum.Kampçılara not:(Islak kıyafetlerle sakın tuluma girmeyin.)Polarımı çıkarıp tuluma girince 10 dakikada ısındım.Isındım dediysem kavrulmuyorum.Ayaklarımız buz kesmişti.Yüzümüz keza öyle.Ben yine uyuyamadım gece, belki 1-2 saat.4 defa uçak sesi duydum.1 kere çok net kurt uluma sesi duydum.Onun haricinde gece çetin geçti diyebiliriz.Tek zor koşul soğuktu.
   Sabah 6:30 gibi uyandırdım Atilla'yı ama tulumun içinden çıkmak cesaret ister biraz.Soğuk çok soğuk.O gece 1-2 derece olduğunu tahmin ediyoruz sıcaklığın.1 saat oyalandık, bir şeyler atıştırdık ,ihtiyaçlarımızı giderdik.Tam gitmeye hazırlanırken güvenlik kulübesinden bi abi Atilla'ya gelin gençler bi çayımızı için diye bağırmış.Ben duymadım çadır ile uğraşıyordum.Bu arada çadırımı dün akşam toplayamamıştım.Ümidimi de kesmiştim haliyle.Kesin uçmuştur çadır ya da içi su dolmuştur diye.Sapasağlamdı.Gram su geçirmemiş.Böylece çadırıma güvenim kat be kat arttı.
    Güvenlik kulübesine gitmeden önce bir kaç fotoğraf çektik.


















































   Bu gezide en sevdiğim iki kısım var.1.si ayı izleriyle karşılaşmamız 2.bu güvenlik kulübesi olayı.
   Biz tekrar güvenlik kulübesine doğru yol aldık.Kapıya yaklaştık, tıklattık.Kapı açıldı.Ooo gençler buyrun geçin dediler.2 kişiydi.Birisi milli parka ilk girdiğimizde güvenlik yerindeki abiydi.Ayakkabılarımızı çıkarıp girdik içeriye.Oturduk köşelere.Ortam sıcacıktı bütün gece donmuştuk.
   Ben sobanın yanına oturmuştum.Sobada biraz ilginç evlerimizde bulunan sobanın yarı yarıya küçüğü.Üstünde ise depo gibi bir kısım var.Deposundan arada takur tukur bir şeyler iniyor asıl soba kısmına.İlgimi çekmişti tabi ama önümüze bardaklar koyulunca ve abilerden biri bize poğaçayı uzatınca işler değişti.Tek poğaçayı böldük ikiye.Sıcacık çayla bir güzel yedik.Sonra sohbet başladı tabi.Nereden geldiniz? Yurtta mı kalıyorsunuz? Nerelisiniz? vs. ama kimse dünden beri Neden buradasınız? diye sormadı.Bu Atilla ile ikimizin çok hoşuna gitti.Genelde insanlar işiniz gücünüz yok mu sizin?Okuyun işte okulunuzu. söylemlerinde bulunuyor.Biraz üzülmüyor değiliz haliyle.Sonra sohbet bir anda siz geceyi neden orada geçirdiniz? sorusuna geldi.Bizde ''Dünkü vardiyadaki görevlilerden izin aldık bu yüzden orada kaldık''dedik.Ama abi onu sormamıştı.''Yandaki fındık kabuğu çuvalı olan yere geçseydiniz ya, orası taştan  rüzgar almazdı hem''dedi.İş işten geçmişti artık.Sonra biz ya o fındık kabuğu çuvalları ne için? diye sorduk.İşte bunun içinmiş.
   Fındık kabuğu sobası.Yanımda duran o sobanın özelliği fındık kabuğuyla yanmasıymış.Çok ilgimizi çekti.Belki aramızda daha önceden bilen gören vardır ama biz ilk defa görmüştük.Çokta güzel ısıtıyor meret.Bu sobanın fiyatı 250-300 tl civarı.35 kiloluk fındık kabuğu çuvalları da internetten araştırdım 8-10 lira civarı.Daha mı ekonomik ne dersiniz?Hem sadece çok az kül çıkıyormuş ortaya.
   Benim tek hayalim bir dağ evinde yaşamımı sürdürmek.Eğer hayalim gerçekleşirse ısınma kaynağım bu soba olacak.İşte o an kararımı verdim.
   Sonra muhabbet birden, aniden, çok hızlı koyulaştı.Konumuz siyasetti.Pek girmek istemiyorum ama gayet hoş bir tartışma ortamı içinde orta yolu bulduk.Beni tanıyanlara ipucu vereyim.Karşımızdakiler karşıt görüştendi.Daha sonra nerden açıldıysa bir patika yoldan bahsettiler bize.İlgimizi çekmişti ama yorgunduk.O muhabbet orada kesildi.45 dakikalık bir muhabbetin ardından izin isteyerek ayrıldık kulübeden.Dışarısı buz gibiydi.Dönsek mi?Hiç çıkmasak mı? ama artık yola koyulma vakti gelmişti.Saat kaçtı? 10 mu?Daha çok erkendi.Çadırı topladık, çantaları hazırladık.Saat 11 oluverdi.Yine erkendi.Atilla'ya güvenlik görevlilerinin bahsettiği patika yolda hiking (doğa yürüyüşü) yapma teklifinde bulundum.Biraz düşündükten sonra karar verdik.2 kabul ile hikinge onay geldi.Hemen gidip güvenlik kulübesinden yol tarifini aldık.Sonra koyulduk yola.



 ALTTAKİ BİTKİ ENDEMİK BİR TÜR

   Mutluyuz ama yorgunuz 1.5 saattir yürüyoruz.Bu fotoğrafın hemen ardından olanlar oldu.



   Ayı izleri.Şunların büyüklüğüne bakar mısınız.Bu izi bırakan ayıları görmek isterdim.(UZAKTAN).Bir anda mutluluk yerini endişeye çevirmişti.Yerleşim yerinden çok uzaktık.Geri dönmek başa dönmekti.Sakince düşündük.Yavaş yavaş yürüyüp ortamı dinleyerek gitme kararı aldık.
   İzleri 1 saat boyunca takip ettik.

   Sonunda bir ayrıma geldik.
   Ve anladık ki ayılar onca yolu su içmek için gelmişler.Üzerimizdeki  tedirginlik bir anda kalktı.En yakın güvenilir noktada dinlenme kararı aldık. 
   Buranın manzarası harikaydı.Dinlendikten sonra tekrar yürüyüşe geçtik.1 saatin sonunda bir mola daha verdik.Artık inişe de geçmiştik.
   Derken bir genç çift ile karşılaştık.Hemen ne kadar yolumuzun olduğunu sorduk.2.5 km uzaktasınız ana yola dediler.Rahatlamıştık ama bu 2.5 km nereden baksanız bi 30 dakika eder.Son gücümüzle yine başladık yürümeye.Benim sol ayağın altı su toplamıştı.Aksayarak yürüyordum o yüzden.Yavaş yavaşta olsa.Sonunda milli parkın girişine geldik.Bu yolculuk 13.5 kilometre sürmüş.Sonradan hesapladık.Haritasını yazının sonuna koyacağım.Hemen çantalarımızı bir piknik masasının üstüne koyup yakında bulunan çeşmeye doğru koştuk.Susamıştık, kana kana su içtik.Hemen bir plan yaptık.
   İlk önce girişte bir lokantanın altında Soğuksu Milli Parkı müzesi olduğunu öğrenmiştik.Attık kendimizi oraya.





























   Hemen bu müzeyle ilgili birkaç bilgi vereyim.Giriş ücretsiz.İçeride sizi bir görevli karşılıyor.Görevliler milli parkı avucunun içi gibi biliyor.Her sorumuza yanıt verdiler.Görevliye çektiğimiz ayı izlerini gösterdik.Çok olağan şey bu izleri görmek biz ayı bile gördük dedi.Hele domuz görmek çok çok olağanmış ama bu uzun yürüyüş için bizi takdir ettiler.Biz domuz izi çok gördük ama hiç rastlamadık.Yukarıdaki fotoğraflarda tek ayı fotoğrafı harici hepsi dondurulmuş gerçek hayvanlara ait.Yukarıdaki son iki fotoğraf ise milli parkın 3 boyutlu haritası.Bizim 2.gün yürüdüğümüz rota siyah kısım.Bu parkın en görülmesi gereken şeylerin biri de Fosil Ağaç


   Aslında ormanın içinde fosil ağacın bulunduğu bir platform var ama yolumuzu uzatacağımızı düşünerek bu ağacı pas geçtik.Müzede karşımıza çıkınca sevindik, ağacın gövdesinin taşlaşmış hali.Burada birkaç fotoğraf çektikten sonra bize bilgi veren ve sohbet eden görevliye teşekkür ederek müzeden ayrıldık.Oradan çıkarak dün bize izin veren memur ve müdüre teşekkür etmek için idari binaya girdik.Maalesef onları bulamadık bir sekreter vardı.Sekretere ''teşekkürlerimizi iletir misiniz?''dedik.Buradan da ayrılıp yönümüzü milli parkın çıkışına çevirdik.Çıkışa yaklaştığımızda karşımıza dün Gökçek Park'ta bulunan güvenlik görevlilerinden biri çıktı.Orada da ayak üstü sohbet edip dönüşe geçtik.Şunu söylemeden edemeyeceğim.Gerek idari binada çalışan kişiler, gerek güvenlik görevlileri bize çok destek oldular.Milli park'ta çalışan kesim bizim orada olduğumuz biliyordu.Bu güvenlik açısından çok önemli bir durum.
   Milli park'tan çıktık ilk işimiz yemekti.Fazlasıyla acıkmıştık neredeyse 4 saattir yürüyorduk.Hemen bir çorbacıya attık kendimizi.Karnımızı tıka basa doyurduk.
   Bir gezimizin daha sonuna geldik.Aldık biletlerimizi döndük Ankara'ya.Güzel heyecanlı bir gezi oldu bizim için.Zorluklar yaşadık yeni insanlarla tanıştık.Zorluklar karşısında çözümler ürettik.İnsanlarla diyaloglarımızı geliştirdik.Bu uzun gezinin rotası da işte bu.
   Yazımı okuyan herkese teşekkür ederim.Gezilerim devam edecek.Özellikle bu yaz gezilerimi arttırmayı planlıyorum.Takipte kalın. :D

3 Ocak 2014 Cuma

Asıl Gerçek

Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz.
Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız.
Televizyonla büyürken, milyoner film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandık, ama olmayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve o yüzden çok çok kızgınız.

25 Aralık 2013 Çarşamba

Zülfü Livaneli'in ''Kardeşimin Hikayesi'' adlı kitabından kısa bir alıntı

  ''Siz''diyor, ''insanlardan bu kadar kaçtığınıza, bu kadar... ne biliyim iğrendiğinize göre, kendinizi çok mu yüksek bir yerde görüyorsunuz?En temiz, en dürüst, en akıllı sizsiniz, kalan herkes ise aptal ve cahil öyle mi?''
   Gülüyorum.''İnsanların çoğunun aptal olduğu doğrudur'' diyorum.''Özellikle zenginler.Sen bu yaşta bunu fark edemiyor olabilirsin, çünkü haklı olarak varlıklı bir adamla evlenmek, çocuğunu kucağına almak, güzel bir araba ve ev istiyorsun.Ama benim gördüklerimi görebilsen...''
  ''Neymiş onlar?'' diye atılıyor.''Nedir göremediğim?''
  ''Zenginlik insana ait bir özellik değil'' diyorum.''Para insanın doğal bir parçası değil; kaybolabilir, çalınabilir, soyut bir kavram, birtakım sıfırlar... Zaten hayatta anlamlı olan değerler parayla sahip olunmayanlar.Kitap, çalışacak insan, eşya alabilirsin; ama bunlar bilginin dostluğun, paylaşma duygusunun yerini tutamaz.Oysa zengin aptallar paranın önemli olduğunu sanıyorlar, bu yüzden de servetlerinin kendilerine ruhsal bir ayrıcalık, özel bir mutluluk getirmesini bekliyorlar.Bu mümkün olmayınca, içleri de boş olduğu için can sıkıntısı başlıyor.Konuşacak bir şeyleri olmadığı için tavla, kağıt oyunu falan oynayarak tahammül edebiliyorlar bu hayata ve de birbirlerine.Veya işkolik oluyorlar, sanki kıtlık koşullarından kurtulmaları gerekiyormuş gibi işlere dalıyorlar.Onların yerinde olsam intihar ederdim.''
  ''Peki, sizin ayrıcalığınız ne?'' diye soruyor.
  ''Çok basit'' diyorum.''Okumak, sadece okumak.Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını.O zenginlerin arkadaşları birkaç finansçı, üç beş holding yöneticisi.Üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler.Oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı ve en yaratıcı insanları: Aristoteles, Platon, İbn Rüşd, Faulkner, Homeros, Nietzsche, İbn Haldun... Bunları hangi maddiyatla tutabilirsin?''
  Tuhaf bir düşünce tarzım olduğunu söylüyor.Çok tuhaf bir insanmışım.Bu hafif saldırıyı, benim değil dünyanın tuhaf, hatta deli olduğunu söyleyerek savuşturmaya çalışıyorum.Ama benim gibi insanların zayıf yanının da her şeyi fark etmek olduğunu söylüyorum.Fazla bilmek mutsuzluk getiriyor.''Ne mutlu cehaletin koruyucu rahmi içinde bir cenin gibi büzülüp yatanlara'' diyorum.
  O akşam yan komşuya gelen konuklardan bu yüzden mi hoşlanmadığımı soruyor.
  ''Bir sürü nedenden'' diye yanıtlıyorum onu.''Bak bir örnek vereyim: Bunlar gösteriş severler değil mi?En pahalı araba, en büyük ev, en güzel giysi, en pahalı mücevherler... Değil mi?''
  ''Evet'' diyor sabırsızca, ''öyle.''
  ''Ama diyorum aynı zamanda da nazar değmesinden ödleri kopar.Hem gösteriş yapar hem de milletin gözü kalmasın diye kurban kesmek, kan akıtmak gibi pagan ayinlerine, nazar boncuğu takmaya, hatta kurşun döktürmeye kadar başvurmadıkları rezalet kalmaz.Bu kadar zahmet yerine biraz daha alçakgönüllü yaşasalar, biraz daha ucuz araba kullansalar, buna karşılık kafalarını zenginleştirseler olmaz mı?''

20 Kasım 2013 Çarşamba

Son Çocuklar

   10 ya da 11 yaşındaydım.O zamanlar 2-3 haftada bir gezmeye giderdik.Aile ziyaretine ya da markete falan.O günde Mustafakemalpaşa'nın bir köyüne gitmiştik.Babamın iş arkadaşının evine davetliydik.Adamın 2 kızı vardı biri benden 1 yaş büyük diğeri ise 4-5 yaş küçüktü.Çok güzel vakit geçiriyorduk oyunlar oynuyorduk şarkılar söylüyorduk.Giderken büyük kız elime 2 kitap tutuşturdu.Biri ders kitabıydı geçen sene kullanmış yarısı boş.Diğeri ise eğlence kitabı içinde fıkralar, komik hikayeler, ilginç bilgiler vs vardı.Mutlu olmuştum bunları alınca.Gece arabayla eve dönürken ay ışığında okumaya çalışıyordum ama nafile.Eve varınca uyumam lazımdı malesef yarın okul var.Kitaplara bakamadan uyumuştum.Bütün gün aklımdaydı kitaplar ama şu ders kitabı pekte ilgimi çekmemişti.Eğlence kitabı varken oda neydiki?
   Neyse okuldan geldim çantamı fırlartıp daha üstümü değiştirmeden fıkra kitabını alıp oturma odasına koştum.Açtım televizyonu da bir gözüm televizyonda bir gözüm fıkraları eğlenceli ve ilginç hikayeleri okuyor.O kitabı kısa sürede okuyup bitirdim ben.Ama hiç ders kitabına elimi bile sürmüyorum.Günler yavaş yavaş geçti.
   Nisanın ortalarıydı.Her öğrenci gibi benimde aklımda yaz tatili vardı.Bütün gün dışarıda olucaktım.Belki denize giderdik.Ama şu lanet olası zaman geçmiyor.Daha 2 ay var.Ne yapmalıyım bilemiyorum.Canım sıkılmıştı.Tam o sırada gözüm ders kitabına takıldı.Aldım elime şöyle bir sayfaları çevirdim.Son sayfalarda denizde yüzen bir çocuğun resmini görünce direk durdum.Mehmet Yaz Tatilinde isimli bir anı vardı.Bir tanede fotoğraf koymuşlar.Okuyasım geldi birden.Başladım okumaya.Anı öyle çok uzun değildi 1 sayfa falan işte.Mehmet amcalarıyla beraber Fethiye'ye gitmiş.Orda yüzerken de fotoğraf çekinmiş.Özet olarak yaz tatilini anlatıyordu.O kadar hoşuma gitmişti ki bu anı okuldan her gelişimde okumaya başladım.Zaman o kadar hızlı geçiyorduki.Bir anda yaz tatiline 1 hafta kalmıştı.Öğretmen son ödevimizi vermişti.Bir şiiri deftere yazacaktık o kadar.Süper bir şeydi bu.Okuldan gelince hemen balkonu kapısını açtım tabi önce şortumu giydim birde t-shirt çektim üstüme.Havalar sıcak.Yazın geldiğini hissediyorum.Tam akşam saatleri güneşin batmasına yarım saat var.Balkondayım hafif bir esinti çarpıyor yüzüme.Sayfalarda rüzgara dayanamıyor dönüyor.Silgimi kullanıp dönmesini engelliyorum o an dünyayı verseler değişmem hiçbir şeyi çok mutluyum.Sonunda yaz gelmişti.
   Bu hikayeyi neden anlattım.Aslında bu hikayede bir ilginçlik yok belki içinizde bu ne böyle ya diyeceksiniz.Ama demeyin.2 sebebi var anlatmamın.1.si o yazı beklerken 2 ay boyunca hergün okuduğum hikayenin bulunduğu kitabı annem komşuya vermiş.O çok güzel bir hatıraydı.Onu tekrar hatırladım ve kahroldum.O yüzden yazdım bu yazıyı.O kitabı bulup tekrar okumak isterdim amaaa.....2.si biz son çocuklarız 95-96 lılar olarak son mutlu çocuklarız.Teknolojinin en masum çocuklarıyız.Ateriler,akşam ezanına kadar dışarıda oynamalar,kolasına yada hava sıcaksa buz dondurmasına maç yapmalar.Maç bitince camiden su içmeler.Her şey ne kadarda güzeldi.Ama o zamanlar tekrar gelmeyecek.Geçti artık.

29 Ağustos 2013 Perşembe

Öylesine

   Bütün mesele zengin olmak.Bütün insanlığın ortak paydası bu aslında.Ama bu ortak paydanın farklı bir noktası var.Neyin zenginliği?Zenginlik deyince okurlar ne geldi aklınıza para değil mi?İşte bütün yanlışlar burada başlıyor.
   Malesef yıllardan beri dünya düzeni para üzerine kuruluyor.Parayla karnımız doyuyor.Parayla ticaret yapılıyor.Parayla gülüp, parayla ağlıyoruz.
   Ya insanlık parayı azda olsa bir kenara itip insan olmayı,iyiliği,yardım etmeyi hayatının merkezine yerleştirse nasıl olur?Küçük şeylerden bile mutlu olmayı öğrensek?Yolda gördüğümüz dilencinin gözlerindeki umudu farketsek ya da küçük çocuğun dedesinin verdiği 50 kuruş ile bakkala hoplaya zıplaya giderken ki mutluluğunu alıp içimize yerleştirsek nasıl olur?Mutlu olmak için mutlulukla zengin olmak için illaki çocuk,yaşlı ya da fakir mi olmak lazım?
   Kafamızı kaldırıp çevremize baksak.Sen sırtında çanta olan bisikletli genç neler düşünüyorsun?Ya sen yaşlı gür sakallı dede mutlu bir hayat yaşadın mı?Peki sen elinde ekmek olan amca hayallerin varmıydı gerçekleştirebildin mi?
   Bırakın ne işiniz varsa bakın çevrenize hayat aslında hala güzel.Umut hala içimizde.Parada cebimizde ama olsun.Umutlu ve mutlu olduktan sonra onun bir önemi yok.Hayat hayallerle, sevgiyle, iyimserlikle, mutlulukla güzel.Para sadece teferruat.