25 Aralık 2013 Çarşamba

Zülfü Livaneli'in ''Kardeşimin Hikayesi'' adlı kitabından kısa bir alıntı

  ''Siz''diyor, ''insanlardan bu kadar kaçtığınıza, bu kadar... ne biliyim iğrendiğinize göre, kendinizi çok mu yüksek bir yerde görüyorsunuz?En temiz, en dürüst, en akıllı sizsiniz, kalan herkes ise aptal ve cahil öyle mi?''
   Gülüyorum.''İnsanların çoğunun aptal olduğu doğrudur'' diyorum.''Özellikle zenginler.Sen bu yaşta bunu fark edemiyor olabilirsin, çünkü haklı olarak varlıklı bir adamla evlenmek, çocuğunu kucağına almak, güzel bir araba ve ev istiyorsun.Ama benim gördüklerimi görebilsen...''
  ''Neymiş onlar?'' diye atılıyor.''Nedir göremediğim?''
  ''Zenginlik insana ait bir özellik değil'' diyorum.''Para insanın doğal bir parçası değil; kaybolabilir, çalınabilir, soyut bir kavram, birtakım sıfırlar... Zaten hayatta anlamlı olan değerler parayla sahip olunmayanlar.Kitap, çalışacak insan, eşya alabilirsin; ama bunlar bilginin dostluğun, paylaşma duygusunun yerini tutamaz.Oysa zengin aptallar paranın önemli olduğunu sanıyorlar, bu yüzden de servetlerinin kendilerine ruhsal bir ayrıcalık, özel bir mutluluk getirmesini bekliyorlar.Bu mümkün olmayınca, içleri de boş olduğu için can sıkıntısı başlıyor.Konuşacak bir şeyleri olmadığı için tavla, kağıt oyunu falan oynayarak tahammül edebiliyorlar bu hayata ve de birbirlerine.Veya işkolik oluyorlar, sanki kıtlık koşullarından kurtulmaları gerekiyormuş gibi işlere dalıyorlar.Onların yerinde olsam intihar ederdim.''
  ''Peki, sizin ayrıcalığınız ne?'' diye soruyor.
  ''Çok basit'' diyorum.''Okumak, sadece okumak.Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını.O zenginlerin arkadaşları birkaç finansçı, üç beş holding yöneticisi.Üstelik içtenlikten her zaman şüphe duyulan ilişkiler içindeler.Oysa benim dostlarım dünyanın gelmiş geçmiş en akıllı ve en yaratıcı insanları: Aristoteles, Platon, İbn Rüşd, Faulkner, Homeros, Nietzsche, İbn Haldun... Bunları hangi maddiyatla tutabilirsin?''
  Tuhaf bir düşünce tarzım olduğunu söylüyor.Çok tuhaf bir insanmışım.Bu hafif saldırıyı, benim değil dünyanın tuhaf, hatta deli olduğunu söyleyerek savuşturmaya çalışıyorum.Ama benim gibi insanların zayıf yanının da her şeyi fark etmek olduğunu söylüyorum.Fazla bilmek mutsuzluk getiriyor.''Ne mutlu cehaletin koruyucu rahmi içinde bir cenin gibi büzülüp yatanlara'' diyorum.
  O akşam yan komşuya gelen konuklardan bu yüzden mi hoşlanmadığımı soruyor.
  ''Bir sürü nedenden'' diye yanıtlıyorum onu.''Bak bir örnek vereyim: Bunlar gösteriş severler değil mi?En pahalı araba, en büyük ev, en güzel giysi, en pahalı mücevherler... Değil mi?''
  ''Evet'' diyor sabırsızca, ''öyle.''
  ''Ama diyorum aynı zamanda da nazar değmesinden ödleri kopar.Hem gösteriş yapar hem de milletin gözü kalmasın diye kurban kesmek, kan akıtmak gibi pagan ayinlerine, nazar boncuğu takmaya, hatta kurşun döktürmeye kadar başvurmadıkları rezalet kalmaz.Bu kadar zahmet yerine biraz daha alçakgönüllü yaşasalar, biraz daha ucuz araba kullansalar, buna karşılık kafalarını zenginleştirseler olmaz mı?''

20 Kasım 2013 Çarşamba

Son Çocuklar

   10 ya da 11 yaşındaydım.O zamanlar 2-3 haftada bir gezmeye giderdik.Aile ziyaretine ya da markete falan.O günde Mustafakemalpaşa'nın bir köyüne gitmiştik.Babamın iş arkadaşının evine davetliydik.Adamın 2 kızı vardı biri benden 1 yaş büyük diğeri ise 4-5 yaş küçüktü.Çok güzel vakit geçiriyorduk oyunlar oynuyorduk şarkılar söylüyorduk.Giderken büyük kız elime 2 kitap tutuşturdu.Biri ders kitabıydı geçen sene kullanmış yarısı boş.Diğeri ise eğlence kitabı içinde fıkralar, komik hikayeler, ilginç bilgiler vs vardı.Mutlu olmuştum bunları alınca.Gece arabayla eve dönürken ay ışığında okumaya çalışıyordum ama nafile.Eve varınca uyumam lazımdı malesef yarın okul var.Kitaplara bakamadan uyumuştum.Bütün gün aklımdaydı kitaplar ama şu ders kitabı pekte ilgimi çekmemişti.Eğlence kitabı varken oda neydiki?
   Neyse okuldan geldim çantamı fırlartıp daha üstümü değiştirmeden fıkra kitabını alıp oturma odasına koştum.Açtım televizyonu da bir gözüm televizyonda bir gözüm fıkraları eğlenceli ve ilginç hikayeleri okuyor.O kitabı kısa sürede okuyup bitirdim ben.Ama hiç ders kitabına elimi bile sürmüyorum.Günler yavaş yavaş geçti.
   Nisanın ortalarıydı.Her öğrenci gibi benimde aklımda yaz tatili vardı.Bütün gün dışarıda olucaktım.Belki denize giderdik.Ama şu lanet olası zaman geçmiyor.Daha 2 ay var.Ne yapmalıyım bilemiyorum.Canım sıkılmıştı.Tam o sırada gözüm ders kitabına takıldı.Aldım elime şöyle bir sayfaları çevirdim.Son sayfalarda denizde yüzen bir çocuğun resmini görünce direk durdum.Mehmet Yaz Tatilinde isimli bir anı vardı.Bir tanede fotoğraf koymuşlar.Okuyasım geldi birden.Başladım okumaya.Anı öyle çok uzun değildi 1 sayfa falan işte.Mehmet amcalarıyla beraber Fethiye'ye gitmiş.Orda yüzerken de fotoğraf çekinmiş.Özet olarak yaz tatilini anlatıyordu.O kadar hoşuma gitmişti ki bu anı okuldan her gelişimde okumaya başladım.Zaman o kadar hızlı geçiyorduki.Bir anda yaz tatiline 1 hafta kalmıştı.Öğretmen son ödevimizi vermişti.Bir şiiri deftere yazacaktık o kadar.Süper bir şeydi bu.Okuldan gelince hemen balkonu kapısını açtım tabi önce şortumu giydim birde t-shirt çektim üstüme.Havalar sıcak.Yazın geldiğini hissediyorum.Tam akşam saatleri güneşin batmasına yarım saat var.Balkondayım hafif bir esinti çarpıyor yüzüme.Sayfalarda rüzgara dayanamıyor dönüyor.Silgimi kullanıp dönmesini engelliyorum o an dünyayı verseler değişmem hiçbir şeyi çok mutluyum.Sonunda yaz gelmişti.
   Bu hikayeyi neden anlattım.Aslında bu hikayede bir ilginçlik yok belki içinizde bu ne böyle ya diyeceksiniz.Ama demeyin.2 sebebi var anlatmamın.1.si o yazı beklerken 2 ay boyunca hergün okuduğum hikayenin bulunduğu kitabı annem komşuya vermiş.O çok güzel bir hatıraydı.Onu tekrar hatırladım ve kahroldum.O yüzden yazdım bu yazıyı.O kitabı bulup tekrar okumak isterdim amaaa.....2.si biz son çocuklarız 95-96 lılar olarak son mutlu çocuklarız.Teknolojinin en masum çocuklarıyız.Ateriler,akşam ezanına kadar dışarıda oynamalar,kolasına yada hava sıcaksa buz dondurmasına maç yapmalar.Maç bitince camiden su içmeler.Her şey ne kadarda güzeldi.Ama o zamanlar tekrar gelmeyecek.Geçti artık.

29 Ağustos 2013 Perşembe

Öylesine

   Bütün mesele zengin olmak.Bütün insanlığın ortak paydası bu aslında.Ama bu ortak paydanın farklı bir noktası var.Neyin zenginliği?Zenginlik deyince okurlar ne geldi aklınıza para değil mi?İşte bütün yanlışlar burada başlıyor.
   Malesef yıllardan beri dünya düzeni para üzerine kuruluyor.Parayla karnımız doyuyor.Parayla ticaret yapılıyor.Parayla gülüp, parayla ağlıyoruz.
   Ya insanlık parayı azda olsa bir kenara itip insan olmayı,iyiliği,yardım etmeyi hayatının merkezine yerleştirse nasıl olur?Küçük şeylerden bile mutlu olmayı öğrensek?Yolda gördüğümüz dilencinin gözlerindeki umudu farketsek ya da küçük çocuğun dedesinin verdiği 50 kuruş ile bakkala hoplaya zıplaya giderken ki mutluluğunu alıp içimize yerleştirsek nasıl olur?Mutlu olmak için mutlulukla zengin olmak için illaki çocuk,yaşlı ya da fakir mi olmak lazım?
   Kafamızı kaldırıp çevremize baksak.Sen sırtında çanta olan bisikletli genç neler düşünüyorsun?Ya sen yaşlı gür sakallı dede mutlu bir hayat yaşadın mı?Peki sen elinde ekmek olan amca hayallerin varmıydı gerçekleştirebildin mi?
   Bırakın ne işiniz varsa bakın çevrenize hayat aslında hala güzel.Umut hala içimizde.Parada cebimizde ama olsun.Umutlu ve mutlu olduktan sonra onun bir önemi yok.Hayat hayallerle, sevgiyle, iyimserlikle, mutlulukla güzel.Para sadece teferruat.

16 Ağustos 2013 Cuma

Gezi Yazısı: Karacabey Longoz Ormanı-2

    Evet arkadaşlar önceki yazımda bu ormanı en ince ayrıntısıyla anlatmıştım sizlere.Bana bıraktığı hissiyat o kadar etkileyiciydi ki tekrar gidip görmeyi çok istedim.Ani bir karar ile yolculuğa çıktım.Birçok malzememi evde unutmuşum en önemlisi de ilk olarak seçtiğim yemeğimi.Allah'tan gittiğim yerde yiyecek sıkıntısı çekmedim.2 kere yemek seçimimi değiştirdim ama olsun.İlk önce Serdar Kılıç'tan öğrendiğim soğanın içini oyup içine yumurta kırıp pişirme tarzını deneyecektim.Ama yumurtayı unutmam beni altüst etti.Daha sonra Boğaz'a indiğimde közde mantar yapmaya karar verdim.Ama ya mevsimi geçti yada bulunmuyor olacak 3-4 market gezmeme rağmen mantara rastlamadım.O zaman en pratik yolu devreye soktum-Tavuk.Hemen Bim'e doğru yollanıp tavuğumu aldım.İşte bu kadar acele iş, bazı sorumluluklar ve zorluklar yüklüyor insana.
   Şimdi geziden hemen sonra kaleme aldığım gezi yazımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
11 Ağustos 2013 Başlangıç Saat-12:00
   Sabah saat 11:30'da uyanmıştım.Bu benim için bir rekor aslında.Uykuyu pek sevmeyen ben, bu yaz günümün yarısı uyuyarak geçiriyordum.Hayıflanmamak elde değil.Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kahvaltıya oturdum.Bir-iki bir şey atıştırdıktan sonra tabletime geçtim ve sosyal ağlarda(Facebook-Twitter-İnstagram ve Alkışlarlayaşıyorum) takılmaya başladım.En son alkışlarlayaşıyorum'da eklenen videolara bakarken bir video dikkatimi çekti.Bir Türk genci parasız pulsuz dünyayı geziyormuş.En iyisi bu videoyu buraya koyayım direk burdan izleyin.
                                                                         
   İşte bu videoyu izledim ve dedim ki kendi kendime.Doğacıyım diyosun, evde boş boş oturmaktan başka yaptığın bir şey yok.Elbette amacım parasız dünyayı gezmek değil ama çevremde bolca olan ormanlar doğal güzellikler vs.yi gezip görmemek.En önemlisi de uzun süredir doğa yürüyüşü yapmamak benim adıma utanç verici bir durum.
   Hemen annem ve babamın yanına gittim.Boğaza gidiyorum dediğimde ilk sözleri dağa kesinlikle çıkmıyorsun oldu.Zaten dağa çıkmayacaktım longoz ormanında dolaşıp piknik tarzı bir şey yapıp geri dönecektim.Yine itiraz ettiler ama beni fazlasıyla istekli görünce yollamak zorunda kaldılar.
   Hemen aceleyle çantamı toparlamaya başladım.(Yağ, tuz, şeker, küçük tencere, çaydanlık, kitap, bir t-shirt, çakmak, 2 bıçak) o an aklıma gelen her şeyi aldım.Şapkayı önemliler listesinin en başına koydum.Geçen longoz ormanı gezisinde şapkasız olmam büyük bir faciaya dönüşmüştü.Başıma güneş geçti, başım dönmeye başladı ve haliyle de halsizlik baş gösterdi.Gezi benim için zehir olmuştu.
   Çantamı toparladıktan sonra Boğaz minibüslerine binmek için yola koyuldum.Ama önce bakkaldan bir litre su ve çakmak aldım.Bu kısımlar gereksiz kısa kesicem.20 dakikada evden çıktım.Yol eziyetti benim için midem bulandı.Üstüne birde minibüste yakınımda bir ufaklık kustu , iyice midem bulanmıştı başlamıştı ama kusmadım :) 
   Boğaza varınca ilk işim buranın güzel havasını ciğerlerimin taaa en diplerine kadar çekmek oldu.Daha sonra Boğaz'da olduğunu bildiğim Serhan arkadaşımın yanına uğradım.Orada 30 dakikalık hoş sohbetin ardından yukarıda anlattığım gibi yemek mevzusunu hallettim.
   İşte o uzun yol sonunda başlamıştı.İnsanlar giderek azaldı.
   Yol yer yer öküzler ve her yere baktığınızda görebileceğiniz bok böcekleriyle dolu.2-3 kilometre yürüdükten sonra yanımda bir araba geçti, ailecek pikniğe gidiyor olmalılar.
   Orman içlerine ilerledikçe sıklaşmaya başladı.Bazen sıklaşıyor bazen gayet açık ve düzlük yerlere çıkıyordum.Tam bu sırada bir kulübe gördüm ve beni çok mutlu etti.Bir insanın Boğaz'ın yaklaşık 2-3 kilometre uzağına bir kulübe yapması çok hoş bir şey benim için.Bunu yapan bana göre gayet zevkli biri.Video çekmeden duramadım.
                                                                        
   Bunu kim yaptıysa şehirlerin gürültüsünden ve kirliliğinden kurtulmak istediği belli.Yoluma yer yer molalar vererek devam ettim.Yürüdüğüm zemin kumlu olduğu için insanı epey yoruyor.Biraz ilerde bir yol ayrımına geldim ve ben sağ tarafı seçtim.İşte tam bu sırada 10-15 metre ilerde bir kaplumbağa olduğunu gördüm.Bu beni nedense çok mutlu etti.

   Videoya almayı da unutmadım.
   Kaplumbağa'nın olduğu yerin hemen 100 metre ilerisinde bir mola verdim.Aslında nilüferlerle dolu sulak bir alanın tam yanında olduğumu o an farkettim.Suyu hızlıca yudumladım ve hemen sulak alanın karşı tarafına geçtim.Fotoğraf makinemi çıkarıp burada da birkaç foto çektim.






   Fotoğraf çekerken keçilerin suya serinlemek için girdiğini gördüm.Sıcaktan bunalmışlar hayvancıklar.Onları iyi anlıyorum :) Keçi demişken yazının devamında göreceksiniz 2 kişi ateş yaktığım yerin yakınlarından geçerken bana keçilerini sormuştu.Bende hiç keçi görmediğimi söyledim.Şuan fotoğraflara baktığımda keçileri gördüğümü ve hatta fotoğraflarını çektiğimi fark ettim.Ama unutkanlık işte.Unutkanlık başa bela :S
   Bu yoldan bakına bakına yürümeye devam ettim.Birkaç kulübe daha gördüm.Birkaç ahır gördüm.Hatta bir ahırdan bekçi köpeğinin bana ölümüne havlaması ödümü kopardı. :)


   Uzunca bir ilerleyişin ardından kendime ateş yakacak, oturup tavuklarımı ve çayımı pişirecek güzel bir yer buldum.Aslında ben öyle sanmışım.Bir ağacın altında gölgelik nilüfer manzaralı bir yerdi.Çantamı keşif yapmak ve odun toplamak için ağacın altında fırlattım.Fırlatmam ile beraber en az 15 eşşek arısının beni sokmak için gelmesi bir oldu.Ani bir refleksle çantamı kaptığım gibi koşmaya başladım.Allahtan fark ettim yoksa çok kötü şeyler olabilirdi.Ben şuan doğadayım ve doğada doğada yaşayan canlıların kuralları geçerlidir.Hızlı koşmam sebebiyle nefes nefese kalmıştım.Nefesimi toplarlarken bir amcanın uzaklardan geldiğini fark ettim.Yakınlaşınca bana bir el selamı çaktı.Bende aynı şekilde karşılık verdim.Yanıma geldi selamlaştık ve muhabbete daldık.Kendisi M.Kemalpaşalıymış.Piknik için ailesiyle buraya gelmişler.Oda mangalı hazırlarlarken yürüyüşe çıkmış.İkide bir bana '' Ben senin yaşındayken biz buraya saz kırmaya gelirdik'' dedi.Çok sevecen ve babacan biri.Hele ayrılırken bana defalarca ''dikkat et, kendine iyi bak ve görüşürüz'' demesi çok hoşuma gitti.Bakın şuan fark ettim.İsmini dahi sormamıştım ama ismini bildiğim çoğu insandan daha yakın davrandı bana.Saygılar Babacan Amca lakabın bu olsun :)
   Evet saat 15:30 olmuş artık kamp faaliyetlerine başlamalıydım.Kendime rahatça ateş yakabileceğim bir yer bulmak için tekrar arayışa giriştim ve buldumda.Çantamı attım ağacın dibine.Bu sefer uzun uzun arı aradım ama bulamadım.Bir ara bir sinek bana kısa süreli kalp krizi yaşattı ama olsun.
   Dediğim gibi çantamı attım odun toplamaya başladım.Çayımı hazırladım.Eti soteledim.Sıra geldi ateşi yakmaya.Çakmağımı çıkardım.Çakmak?Sağ cebi kontrol sol cebi kontrol ha evet burda.Ama sadece çakmağın kabı elimde iç kısmını düşürmüşüm.Tekrar bir kontrol ettim ve yine yok.Bir ümit çantamda çakmak vardır diye yokladım ama malesef çantada da yok.Oturdum ağacın dibine sinirden çantama vuruyorum.Derken gözüme otların arasında sarı bir cisim takıldı.Bu benim çakmağımdı.Derin bir oh çektim ve ateşi yakmaya koyuldum.

   Ateş bana güven verdi, huzur verdi.O an ateş benim en yakın arkadaşım oldu.
   Evet ateşimi yaktım, yangın çıkarmamak için önlemler aldım.Ateş iyice alev alınca oturdum ağacın dibine sırtımı da ağaca verdim.Sağ elimin altındaki topladığım odunları, zamanı gelince birer birer ateşe atıyorum.Kuş cıvıltıları, yüzümü yalayan rüzgar, ateşin sıcaklığı her şey o an mükemmelinde ötesinde.Odunlar kor olunca, hemen ateşin dibine hazırlamış olduğum çaydanlığımı,onun yanına da küçük tenceremi koydum.Yağımı tencereye boca ettim.Tavukları da içine attım.Her şey mükemmel.
 Sonra onları pişmeye bıraktım.Tam o an yakınlardan bir ses duydum.Bu ses çok açık bir şekilde bağıran insan sesiydi.Derken uzaklardan biri 60-65 yaşlarında kadın diğeri 20 yaşlarında erkeğin bana doğru geldiğini gördüm.Yanıma yaklaştılar selamlaştıktan sonra bana burda keçi görüp görmediğimi sordular.Yukarıda anlatmıştım bu olayı görmüştüm keçileri ama o an unutkanlıktan görmediğimi söyledim.Daha sonra teşekkür ettiler ve bir sohbete giriştik.Yaşlı teyze bana nereden geldiğimi sordu.Neden burada olduğumu sordu.Yaşımı sordu.En sonunda giderken Doğal yaşam ha?Bak şu işe bide yemek yaparmış dedi.Hep beraber gülüştük.
   
  Daha sonra keçilerin olduğu yerin tam zıttına doğru gittiler.Ah Alper aklını ....... :) 
   Sonunda çay ve tavuklar oldu.Tavuğun içine tuzunu da attım güzelce karıştırdım.O salmış olduğu su ve tuz karışmıştı.Ekmeğimin kenarıyla bir güzel bandırıp yedim.Ben bu kadar lezzetli bir şey yememiştim hayatımda.İnsanın kendi yaptığı yemek gibisi yok.Bide çayımı getirdiğim kupaya döktüm.Sonrada videoyu çektim :D

Bunlarda fotoğraflar. 
  
   Yedim, içtim dinlendim ve artık gitme vakti geldi.Birde dönüş için video çektim.

   Hızlıca toparlandım.Çantamı sırtladım.Ateşimi de iyice söndürdüm.Üstüne de kum attım.Daha da hayatta yanmaz :)Sonra başladım yürümeye hemen 10 dakika sonra bir topluluk gördüm ailecek piknik yapıyorlar.Yaklaştım yanlarına aslında pek sevmem insanları rahatsız etmeyi ama malesef tek yol oradan geçiyor.Yavaşça geçiyorum yanlarından bir bakayım dedim.Ailenin erkekleri ters ters bakıyorlar bana.Allah Allah dedim içimden yanlış bir şey mi yaptım derken elimdeki kocaman bıçağın açık olduğunu fark ettim.Olayı anlayınca biraz sırıttım ve bıçağı kapatıp cebime attım.
   Longoz ormanına gitme fikri hep aklımdaydı.Hep kafamda kurgulardım nasıl gideceğim nasıl dönüceğim.Gidişim istediğim gibi oldu.Dönüşüm ise kumsaldan olacaktı.Bu fikirle gelmiştim buraya yapmadan da geri dönemem.10 dakikalık yolun ardından kumsala çıktım.
 



   Epey bir yolumun olduğunun farkındaydım ama suyumun bitmesi ve kumda yürümenin zorluğu birleşince dönüş yolu benim için işkenceye dönüştü.En fazla 1 saatte yürüyeceğim yolu 1 saat 45 dakikada yürüdüm.Siz siz olun kumda yürümeyin.Önce zevkli gelmişti aslında.Bağıra bağıra şarkılar söyledim.Denizde taş sektirmeye çalıştım.Kuma yazılar yazdım.Ama sonra işkenceye dönüştü.





   Birazda oturup dinlenmek gerek.Sahile kim koymuşsa bu koltuğu Allah ona gani gani mutluluk versin.


   Boğaza vardığımda bitmiş haldeydim.Hemen Serhan arkadaşımın evlerinin yanına gittim.İlk istediğim şey su oldu.2 saattir susuz yürümekteydim.Kana kana içtim suyumu.Oturdum dinlendim.Karacabey'e dönüşün artık vakti gelmişti.Atladım minibüse koyuldum yola.....
   Benim için güzel bir deneyim oldu.Yakın zamanda tekrarlamayı düşünüyorum.Blogta da yazılar devam edecek.Bu yazıyı baştan sona okuyup bana değer veren herkese teşekkürler.Fotoğrafları almak isterseniz facebook hesabımda mevcut.Tekrardan okuyan herkese teşekkürler.Saygılar. 



23 Haziran 2013 Pazar

Gezi Yazısı:Karacabey Longoz Ormanı

   Evet arkadaşlar ilk gezi yazımla sizlerle birlikteyim.Öncelikle bu nadide ormanın Karacabey'de olması büyük bir övünç kaynağı benim için.Yazıma ilk olarak bu ormanı tanıtarak başlamak istiyorum.

   Orman genellikle longoz ormanları adıyla tanınır ancak çevre halkı subasar'da diyebiliyor.Bursa'nın Karacabey ilçesine yaklaşık 25 km'lik uzaklıkta bulunan bu doğa harikası çevremiz için önemli bir yerdir.Ormanın hemen dibinde Dalyan gölü olması burayı sulak bir cennete çeviriyor.Bu ormanın sulak bir alanda bulunması biyoçeşitlilik olarakta olumlu olarak yansımıştır çevremize.Evet sulak bir orman demiştik.Ancak bu orman Dalyan Gölü ve Yeniköy (Boğaz) plajının birleşmesiyle eşsiz bir güzelliğe kavuşmuş.Yürürken sağ tarafınız alabildiğine orman, sol tarafınız ise 25 kilometrelik bir plaj var.Ancak bu plajda yer yer bitki popülasyonları mevcut.15-20 metrekarelik alanlarda sık ağaçların olması bana çöllerdeki vahaları anımsattı.
   Karacabey Longozu gerek ağaç gerekse endemik bitki türleriyle mükemmel bir habitata sahip.Hayvan çeşitliliği de azımsanmayacak ölçüde fazla olan bu orman göç eden kuşlar için de uğrak bir bölge.Önemli birçok kuş çeşidine sahip olan bu ormanda bulunan önemli kuş türleri ise şunlardır: Küçük Karabatak,Pasbaş Patka,Aksırtlı ve Ortanca Ağaçkakan,Kara Leylak,Büyük Orman Kartalı,Kızıl Şahin,Yılan Kartalı,Flamingo,Kuğu,Yeşil Ağaçkakan,Turna,Kocagöz,Tepeli ve Ak Pelikan,Dik Kuyruk,Balaban,Kaşıkçı,Sülün,Alaca Baykuş,Puhu,Guguk.
   Bölgede yaşayan memeli hayvanlar ise:Yaban Tavşanı,Tilki,Çakal,Yaban Domuzu,Porsuk,Gelincik,Sansar,Su Samuru,Sincap ve Büyükbaş türleri.
 

 

 Bu yörenin şuan az sayıda da olsa tanınmasındaki bir etmende nilüferler o kadar güzel bir manzara sunuyor ki bizlere yurdun her köşesinden sadece bu güzelliği görmek için gelen birçok insan var.
 



Yukarda tam tanınmamasından bahsetmiştim.Bu orman Karacabey'in bu orman hepimizin onu korumakta, kollamakta, temiz tutmakta, tanıtmakta bize düşüyor.Yapmamız gereken tek şey bahsetmek aslında.Karacabey'i tanımayan bir arkadaşla tanıştığınızda lütfen lanet bir yer demek yerine,Karacabey'de bir longoz ormanı var gerçekten süper bir doğaya sahip dersek hem onu bu konuda araştırmaya iteriz, hemde Karacabey'i tanıtmış oluruz.
   Orman hakkındaki açıklamalar bitti umarım faydalı olmuştur.Ben 1 ay önce bu orman için düzenlenen doğa yürüyüşüne katılmıştım şimdi hem fotoğrafları hemde gezide tuttuğum notları sizinle paylaşacağım.
  Bu yazım direk kendi notlarımdan oluşur defterime ne yazdıysam buraya da aynısını yazmak için çaba sarfedeceğim.
   Öncelikle değerlendirmelerimden başlıyorum.Saat 9'da buluşulacaktı.Yanıma 1.5 litre su, bir açma, bir meyve suyu ve 2 adet bisküvi aldım.Su olarak bir sıkıntım olmadı.(Bahar olması yüzünden de olabilir.)Ancak yemek olarak sıkıntı çektim diyebilirim.Yemek konusunu iyi düşünmek gerek.Benim aslında yemek yerken amacım doymak değildi.Fakat enerji sağlayacak kadar bile birşey almamışım yanıma.Ardından sıcaklar tam gelmemesine karşın yanıma şapkam almadığım için kafama güneş geçti.Kendimi zor toparladım.Bir ara neredeyse bayılacaktım.Dönüş yolunda süper bir uyku çektim bu düzelmemi sağladı ''yorgunluğun üzerine birebir'' :) Diğer bir sıkıntımda insanlardı aslında.Adam doğa yürüyüşüne gelmiş altında kot pantolon, sağa sola çöp atıyor.Üstüne üstlük adam önümde 2 tam ekmeği bildiğiniz yuttu.Tamam bende çok aç kaldım dedim az önce ama yani bu kadarda aç kalınmaz.Bu adamlar doğaseverlere engel oluyor.(Gereksiz).
   İlk olarak Bayramdere köyüne yol aldık.Burada köyün ortasına koyulan trafik takip kameralarından sağa döndük.Biraz ilerledikten sonra sağda bir açıklıkta durduk.Burada otobüsten indikKısa(5-6 dakikalık) yürüyüşün ardından yol ikiye ayrıldı.Biz sol yolu tercih ettik.Yol boyunca kurbağalar, inekler ve nilüferler bize eşlik etti.Biraz daha ilerledikten sonra büyük bir gölet ve kamp alanıyla karşılaştım.Burada (15-20 kişi) kampçılar kamp yapmaktaydı.Biz oraya vardığımızda toparlanıyorlardı.Kampçılardan biri bizi tekrar tekrar nilüferleri koparmamamız konusunda uyardı ancak bakın göletin yakınına gittiğimde ne buldum.
Kopmuş bir nilüfer gelde sövme ama sabır diyorum.Ya sabır! ve bunun doğal bir yolla koptuğuna kendimi inandırmak istiyorum.Neyse buradaki manzara muhteşemdi fakat fotoğraf makinemin iyi olmaması doğal güzellikleri tam olarak fotoğraflara yansıtamamama neden oldu.(İyi bir fotoğraf makinesine ihtiyaç var bu kesin.)




   Burdan ayrıldık otobüse bindik ve geldiğimiz yoldan devam ederek boğaza çevirdik direksiyonumuzu.Boğaza vardığımızda direk sağa saptık.Önce asfalt sonra toprak daha sonra kumlu yola girdik(Yol düz ve açık).Otobüsümüz çok büyük olduğundan yola devam edemedi.Bizde bu yolun devamını yürümek zorunda kaldık.(Bu iki etapta 15 kmlik bir yürüyüş yapmış olduğumuzu düşünüyorum).Hep kumlu bir yolda devam ettik.Sağda ağaçlık; solda ise yarı ağaçlık, yarı kumlu bir alan var.Vahada gibiyiz.(Sadece sol taraf için söylüyorum).Yürüdük,yürüdük,yürüdük ve sonra diğer insanların toplandığı bir yere vardık.Burada bize gidiş-geliş 40 dakikalık bir yürüyüş olucağı söylendi.Yürümeye başladık ormana girdik ve düz bir yolda ilerlemeye başladık.(Yol gayet açık).Bu etabı git gelle bitirdiğimizde çok bir görsellik yakalayamadım.Çünkü diğer etap beni fazlasıyla doyurmuştu.Ancak bu rotada kamp yapılabilecek birçok alana rastladım.Yürüyüş bittiğinde Boğaz'da bir çay molası vererek Karacabey'e geri döndük. 
   Evet arkadaşlar gezi yazım burada son buldu.Beğenilerinizi ve eleştirilerinizi aşağıdaki yorum bölümüne bekliyorum.Birde bu yazıda Karacabey Longoz Ormanını tanıtırken birkaç yerde Alper Tüydeş'in yazılarından yararlandım beni tanımasada ona teşekkürlerimi sunuyorum.Longoz ormanını bana tanıtan kişidir kendisi.Geziyi hazırlayanda odur aslında :) Evet sona kalan birkaç fotoğrafımıda sizinle paylaşmak istiyorum.Yazımı okuduğunuz için teşekkürler.


21 Haziran 2013 Cuma

Lord Byron

Yolu olmayan ormanlarda mutluluk vardır.
Yalnız yürünen deniz kıyısında sevinç.
Topluluklar vardır kimsenin zorla girmediği derin denizlerde,
Ve sesinde de müzik.
İnsanı daha az seviyorum diyemem ama doğayı daha fazla.

Sonun Başlangıcı

Evet arkadaşlar uzun soluklu bir blog yazma işine giriştim.Blogu açma nedenim benim doğadaki gezdiğim gördüğüm yerleri ve tecrübelerimi sizinle paylaşmak.Twitter ve Youtube'dan da destek almayı düşünüyorum.Blog 24-25 Haziran gibi aktif olucak.Öncelikle kendi yazılarımı burda paylaşacağım.Daha sonra gezmeye başlayacağım.Hem gezi yazısı hemde videolarla destekleyip bu yazı bu uğraşla geçirmeyi planlıyorum.
Saygılar.